Üç Günlük Macera


        Günlük koşuşturmacaların arasında bisikletten uzak kalmıştım kış boyunca. Yeni tur hayalleriyle avutuyorken kendimi, uzun uzun çaldı telefon. Arayan dostum Kuvvet Lordoğlu’ydu. Naif ve o dost sesiyle “Haydi İbrahim, önümüzdeki hafta bir tur yapalım birlikte” dedi. Aranan kan bulunmuştu tur özlemiyle yanan yüreğime. Hiç tereddütsüz “Tamam abi, yapalım” dedim sevinçle. Yaklaşık 20 yıllık dostumla defalarca dağlara gitmiştik, ama ilk kez birlikte bisiklet turu yapacaktık. Heyecanlanmıştım bu önerisiyle...

1. GÜN
Yalova-Çınarcık-Armutlu-Fıstıklı-Kapaklı-Narlı  83.4 km
        Mayıs ayının 21. günü sabah serinliğinde Yalova’da kayalıkların üzerindeydim, iskelenin mendireğinde... Deniz sakindi, yüreğimdeki fırtınaların aksine. Kayalıkların üzerinden uzun uzun izlerken denizi, martılarla birlikte ben de uçtum bir süre.
        Kayıkhanenin yanındaki çay bahçesinde, çınarların gölgesinde denize koşut sıralanmış tahta masalarda demli çayları içerken, Kuvvet Hoca da belirivermişti Atatürk heykelinin dibinde.
        Biraz hasret giderdik karşılıklı. Sonra yeni bir serüvene doğru  atladık bisikletlerimize...
        Bir baştan bir başa geçtik Yalova’yı. Atatürk köşkünün önündeki çınarlı yolun sonundan Termal’e giden yolu solumuzda bıraktık. Yöneldik Çınarcık istikametine.
        Yavaş yavaş yükseliyordu yol önümüzde. Düzlükteki kivi bahçeleri gerilerde kalmış, hafif rampayla yükselen yolun çevresinde zeytinlikler başlamıştı. Zeytinliklerin devamında uzaklarda Samanlı Dağları'nın ormanlarla kaplı kuzey yamaçlarını izleyerek ilerledik. Kesme çiçek yetiştirilen seralarda hercai menekşelerin bakımlarını yapan köylü kadınlarla uzaktan selamlaşıp, Rumların yaşadığı dönemlerdeki adı "Kio" olan Çınarcık’a ulaştık.
        Kio, “temiz havası olan şehir” anlamına geliyormuş Rumca’da... Biz de tertemiz havayı doldurup ciğerlerimize, devam ettik kıyı boyunca uzanan caddeden Teşvikiye deresinin üzerindeki Kocaköprü'ye... Kış boyu Samanlı Dağları'nın Delmece Yaylaları'na yağan kar suları Çapana ve Ayderesi’yle kavuşarak bu köprünün altından denize ulaşıyordu. Coşkun sular alttan, biz köprüden geçerek ilerledik Esenköy’e...
        Güneyi ve doğusu dağlar ve sık ormanlarla kaplı Esenköy beldesi dar bir kıyı şeridi üzerinde kurulmuş, yüzyıl başlarında tek ulaşımı denizden sağlanabilen, en kalabalık ve en zengin Rum köyüymüş Yalova’nın. Sarp dağların doruklarına kadar zeytinlikler, ceviz ve kestaneliklerin uzandığı bu bölgede rüzgâr da denizden, yani poyrazdan esiyordu biz geçerken.
        Kıyı boyunca uzanan iğde ağaçlarının artık son kokuları denizin kokularıyla karışıyordu Esenköy’de. Dik bir rampayla Armutlu yoluna ulaştığımızda yağmur bulutları da toplanmaya başlamıştı gökyüzünde. Bir yandan uzun ve dik rampalar, diğer yandan yol yapım çalışmaları pedal çevirirken zorlamaya başlamıştı. Bir an önce bu sıkıntılı bölgeden sıyrılıp Armutlu’ya ulaşmak için yüklendik pedallarımıza. Rampanın bittiği noktadan tek pedalla süzülerek indik sahilde çay bahçeleri ve lokantaların olduğu bölgeye. Acıkmıştık. Çorba, karışık pide, bol zeytinyağlı salata ve ayran çok iyi geldi acıkmış midelerimize... Ahşap evlerin arasındaki taş sokaklardan yine dik bir rampayla çıktık ana yola. Ulaştığım bu tepeden uzun uzun izledim Bozburun Yarımadası'nı. Gemlik Körfezi'nin girişine hakim bu yerleşim yerinin eski adının Armodies yani Rumca “Donanmaya gözcülük eden” anlamında oluşunu bu noktadan algılamak benim için daha kolaydı artık.

Fıstıklı’ya doğru...

Fıstıklı'da yazlıklar
        Fıstıklı yönünde ilerlerken fıstık çamlarının arasındaki yazlıklar oldukça huzurlu gözüktü gözümüze. Birkaç yıl önce bu bölgede çıkan orman yangınıyla kelleşen yamaçların yeniden yeşermeye başladığını görmek sevindirdi beni. Bu duygularla ve yağmur esintisiyle geçip gittik Fıstıklı ve Kapaklı’dan. Narlı’da kamp yapmaktı niyetimiz, ama yağmur da yağdı yağacak. Narlı’ya 1,5 km. mesafede zeytinlikler içinde Karayolları’na ait kamp yerinde konaklamaya karar verdik. Zaten kamp görevlisi Kerem de çok sıkılmıştı yalnızlıktan, sevinerek izin verdi kampta gecelememize...
Yağmurun habercisi bulutlar...
Gecelediğimiz kamp barakaları...
        Gece yarısına kadar bu iskelede sohbet ettik... Gece yarısı başlayıp sabaha kadar devam eden sağanak yağmur, konakladığımız barakanın teneke çatısında uyku olup aktı yüreğimize...

2.GÜN 
Narlı-Karacaali-B.Kumla-K.Kumla-Manastır-Gemlik-Kumsaz-Kurşunlu-Altıntaş-Güzelyalı-Mudanya-Trilye-Eşkel-Eğerce:   85.7 km.
        İçin için yağan yağmurla uyandık bu sabah. Kerem çayı demlemiş. Dün akşam Narlı’dan aldığımız kahvaltılıklarla yaptık kahvaltımızı hep birlikte. Yağmur da iyice azalmıştı. Yine de yağmurluklarımızı giydik üstümüze. Kerem'le vedalaştık, bindik bisikletlerimize.
        Narlı’yı geçtik, iyice yükseldi hava. Gökyüzü, bulutlar ve deniz çok güzel gözüktü gözümüze. Kâh güneyimizdeki kıyı boyu uzanan yazlıkları, kâh kuzey yamaçlarını kaplayan zeytinlikleri izleyerek ulaştık Karacaali’ye. Kahvenin önündeki küçük bir hareketliliğin dışında oldukça sakindi Karacaali. Köyün ana caddesine koşut sıralı evlerin sonunda kısa, fakat oldukça dik bir rampa başladı. Rampanın tepesindeki köy mezarlığı tarihi mezar taşları, gökyüzüne uzanan selvi ağaçları ve tabii ki bütün gece yağan yağmurun da etkisiyle oluşan buharlaşmadan biraz kasvetli görünse de gözümüze, körfezin panoraması görülmeye değerdi. Kuvvet Ağabey birkaç kare fotoğraf çekti. Fotoğraf molasının ardından devam ettik bisikletlerimizi sürmeye.
Karacaali köy mezarlığı
Karacaali
        Her geçen dakikada sıcaklığını biraz daha arttıran güneşin ısısına karşın, henüz bomboş olan yazlıklar, ıslak boş sokaklar, sırılsıklam zeytinliklerin içimizi üşüten görüntüleriyle ulaştık Büyük Kumla köyünün merkezine.
        Büyük Kumla'yı Küçük Kumla'dan ayıran dere gece boyu taşıdığı besin dolu çamurlu sularını denize bırakırken martılarla karabataklar çok sevinmiş gözüküyorlardı bu işe. Martıların çığlıklarını dinleyerek upuzun sahil bandını bir baştan bir başa geçtik. S şeklindeki dimdik Kumla rampasını da bir çırpıda aştık. Çocukluk anılarımdan aklımda kalan, o dar ve tozlu eski Kumla yolu kıvrılmış dev bir yılan gibi uyuyordu zeytinliklerin içinde.
        Eskiden Gemlik sahilinin hemen devamında anıtsal çınar ağaçlarıyla kaplı Manastır koyunu üstten geçerek, paket taşlı dik rampadan kısa bir inişle liman bölgesine ulaştık. Çapariyle istavrit çekiyordu iskeledeki balıkçılar. Çay bahçesinde çaylarımızı yudumlarken oltaların ucunda üzüm salkımı gibi dizili ve can havliyle çırpınan balıklar benim de içimi acıttı bir an.
        Kalabalık Gemlik caddelerine uğramadan, ara sokaklardan geçip yoğun trafikli İstanbul-Bursa karayoluna çıktık. Standart bir eğimle önümüzde tırmanan rampayı kamyonların homurtulu motor sesleri ve simsiyah egsoz dumanlarının arasında tırmandık. Birkaç km ileriden Engürcük Köyü sapağından Mudanya yoluna saptığımızda yeniden zeytinliklerin arasındaydık. Dar yolda neşeyle pedalladık. Birbirine  çok yakın yerleşim yerlerinden önce Kumsaz, sonra Kurşunlu ve Altıntaş’ı da arkamızda bıraktık...

Kurşunlu
Altıntaş
        Altıntaş’ı geçer geçmez zeytinliklerin arasında uzun bir rampayı tırmanmaya  başladık. Uzun tırmanışların kısacık inişleriyle Kızılay kampının ayrımındaki Z virajını ve devamındaki son rampayı da aştık. Kanatlarını açarak süzülen martılar gibi tek pedalla Güzelyalı kıyıları ve Mudanya sahil şeridine ulaştık. Acıkmıştık. Balık lokantalarının bulunduğu yarımadada mezgit tava, ızgara levrek, kalamar ve mevsim salatası, ardından kiremitte tahin helvası tam bir ziyafetti acıkan midelerimize. Kıyıya bir taş atım mesafesi yaklaşan yunusları izlerken yudumladık çaylarımızı. Yeterince dinlendikten sonra yine düştük yollara. Oldukça dik Yıldıztepe rampasının her iki kenarında sıra sıra park etmiş araçların arasından Kumyaka’ya doğru ilerledik. Sağımızda Marmara denizi ve karşı kıyıda dün uğradığımız yerleşim yerleri, solumuzda uçsuz bucaksız zeytinlikler ve önümüzde dar ve kıvrımlı bir yolla Trilye’ye kadar pedal bastık.
        Kasabanın girişinde her ne kadar Zeytinbağı yazsa da mübadeleyle bölgeye yerleşmiş Girit kökenli kasaba halkı hiç benimsememiş bu isim değişikliğini. Benzin istasyonunda bir çalışan, yöre halkı olarak imza topladıklarını ve kasabanın eski adını geri almaya çalıştıklarını heyecanlı bir dille anlattı ayaküstü sohbette. İznik Konsülü’nden ayrılan 3 papazın kurduğu yerleşimin adıymış Trilye. Bir bakıma kasaba halkı da başlattıkları bu imza kampanyasıyla sahip çıkıyorlardı tarihsel geçmişlerine.
        Özgün Rum mimarisinin tüm izlerini taşıyan Trilye sokaklarından geçerek yine girdik zeytinliklerin arasından ilerleyen şoseye. Hafif hafif yükselerek Eşkel’in başına vardık. Plansız derme çatma yapıların arasından eşsiz bir kumsala ulaştık. Kumsal çok güzeldi, ama sevemedik buradaki arabesk yapılaşmayı ve devam ettik Eğerce’ye. Geçmiş yıllarda kamp yaptığım bir koy vardı aklımda. Orada kamp kurarız diye düşünürken tek tük düşen damlalar daha korunaklı bir yer aramamızı gerektirdi. Eğerceli bakkal Mustafa Ağabey henüz sahipleri gelmemiş derme çatma bir yazlıkta geceleyebileceğimizi söyledi. Karşılıklı iki çekyatta sokak lambasının titrek ışığı yansırken yattığımız odaya, şiddetini arttıran yağmurla daldık derin bir uykuya...

3.GÜN
Eğerce-Ayazma-Ballıkaya-Hayırlar-Akçasusurluk-Ekmekçi-Bayramdere-Yeniköy-Malkara-Kurşunlu-Yenice-Bandırma : 98.6 km.
        Gece boyu yağan yağmurun getirdiği serinlikle deliksiz uyumuşuz. Bulutların arasından hüzmelenen güneşin ilk ışıklarıyla dinlenmiş olarak uyandık. Teneke çatılardan süzülen yağmur suları küçük küçük derecikler oluşturmuştu altyapısız Eğerce sokaklarında. Yoğun toprak kokusu ve ıslak kumsalda iyotlu yosun kokuları, erimiş tuz kokularına karışarak yayılmıştı her yere. Turumuzun son günüydü ve 90 küsur kilometre yolumuz vardı önümüzde. Çiseleyen yağmura aldırmadan ilerledik hedefimize. Mesudiye ve Ballıkaya’daydık henüz. Kahvehaneler bile açılmamıştı. Kahvaltı etmeden çıkmıştık yola. Yol kıyısında birkaç metre arayla dikilmiş iki kiraz ağacı dallarında taşımakta zorlandığı karakızıl Napolyon kirazlarıyla bizi davet ediyordu kahvaltıya. Dayanamadık... Kirazların üzerindeki su damlacıklarıyla kirazları her koparışımızda biraz daha ıslandık.
Susurluk çayı 
Kuvvet Ağabey Susurluk Çayı'nı Arap Çiftliği deltasındaki balıkçı barınağından balıkçı motorlarıyla geçmemizi önerdi, ama barınağa giden toprak yol çamur deryasına dönmüştü. Yolu biraz daha uzatarak Hayırlar Köprüsü'nden geçmeyi önerdiğimde de hiç itiraz  etmedi.
Pirinç tarlaları
        Susurluk Çayı'nın taşkın yatağında pirinç tarlalarının ekime hazırlanmış tavaları, bulutların arasından suya ulaşan güneşin ışıklarıyla geniş bir ayna gibi yansıtıyordu bulutları. Sakin, huzur dolu bomboş bir yolda çayın akışına ters yönde ilerledik.
        Yol boyunca uzanan mor dikenler, sarı papatyalar, kırmızı gelincikler, rengarenk mine çiçekleri ve katırtırnaklarının baygın kokusu sıcak bir havada içilen buzlu limonata gibiydi. Doğanın tüm kokularını arsızca doldurdum ciğerlerime ve yüklendim pedallara.
        Önce Nilüfer Çayı'nın üzerindeki köprüden, birkaç yüz metre sonra da Karadere ile Susurluk çaylarının yatağına geçit veren Hayırlar Köprüsü'nden çayın batı yakasına geçtik. Artık çayın akış yönündeydik ve çayla birlikle biz de denize aktık.
        Gülkurusu boyalı, kireç badanalı, pencerelerinin ve bahçe çitlerinin önü kırmızı sardunyalarla dolu köy evlerinin arasından Ekmekçi’yi geçerek Yeniköy’e (Boğaz’a) ulaştık.
        Kumsaldaki koşu yoluna çıkıp bir baştan bir başa Boğaz’ı dolaştık. Kumlar üzerinde oradan oraya gezinip duran şeytanminarelerini hayretle izlerken, tekerleklerimin altında ezilen boş midye kabuklarının çıtırtılarıyla sıyrıldım hayallerimden.
        Sahilde bir balık lokantasında taptaze mezgit tava, rafine edilmemiş buram buram zeytin kokan bol zeytinyağlı mevsim salatasıyla öğle yemeğimizi de yedik. Son 55 km için yine bisikletlerimizin üzerindeydik. Küçük küçük rampalarla ve solumuzdaki yamaçlar boyunca uzanan muhteşem ıhlamur ormanının ilk kokularıyla önce Malkara, sonra Kurşunlu’ya doğru ilerledik.
Ihlamur ormanları
        Birkaç haftaya kadar tüm çiçeklerini açacak olan ıhlamurlar biraz yosun, biraz tuz kokan havayı çok yakında teslim alacaktı... Çok yakında buram buram ıhlamur kokacaktı bu rampalar. Bir virajı döndüğümüzde Kurşunlu da gözüktü uzaktan. İki gecedir yağan yağmur sanki hiç yağmamış gibiydi. Üstümüzde yükselen güneş bedenlerimizi kavuruyordu adeta. Sezona hazırlanan bir çay bahçesinde çay molası verdik. Çay bahçesi tenhaydı, yanı başındaydı denizin. Yeni pinotekslenmiş ahşap masalara rengarenk örtüler serilmiş, her masanın üzerinde küçük bir saksıyla küpe çiçekleri konmuştu. Denize en yakın masaya geçip oturduk. Yorgundu deniz. Yorgun ahşap bir iskeleyle birlikte uyuyordu adeta. Biz de yorgun bedenlerimizle denizi, ahşap iskeleyi ve suyun içindeki taşları izleyerek bir süre dinlendik.
Kurşunlu’da...
        Kurşunlu çıkışında toprak yol başladı. Hiçbir yol standardına uymayan rampalar sürekli yükselerek ilerliyordu önümüzde. Gözümüzün görebildiği uçsuz bucaksız dimdik yamaçlar, ıhlamur ve kestane ağaçlarından oluşan yemyeşil örtüsüyle denizle kucaklaşıyordu.
.
Bandırma’ya doğru
        Yolun şevlerini kaplayan katırtırnaklarının o muhteşem kokularıyla birlikte doğanın sessizliğini bozan tek ses, tekerleklerimizin çıkardığı ses olduğu halde önümüzde uzanan rampaları tırmandık tırmandık da tırmandık...

Katırtırnakları
Uzaktan Yenice Köyü
        Kurşunlu’daki son molamızdan beri 27 km. toprak yolda pedal basmıştık ki büyüleyici güzelliği ile Yenice köyü denize bir dil gibi uzanmış olarak tam karşımızda belirdi. Süzülerek girdik Yenice köyünün bakımlı meydanındaki köy kahvesine. Çaylarımızı yudumlarken geçen yıl yaptığım Kapıdağ turunda kopan zincirimi tamir ettiğimiz Karşıyakalı seyyar tamirciyle tam bir yıl sonra bu kahvede tesadüfen karşılaşmamızsa günün sürpriziydi... Bandırma’ya 15 km. yolumuz kalmıştı ve öğrendik ki iki yolla ulaşılabiliyormuş Bandırma’ya.
        Yolun biri rüzgâr santrallerinin kurulu olduğu tepeyi aşarak, diğer yolsa kıyıdan. Alışmıştık ya rampaları tırmanmaya! Tamamen yanlış bir tercihle, rüzgâr santrallerine doğru yeniden vurduk kendimizi dik rampalara...
Bandırma rüzgâr santralleri
        Bu tercihin ne kadar yanlış olduğunu birkaç kilometre tırmandığımızda fark etsek de artık çok geçti. Sonunda hiç bitmeyecek sandığımız rampalar da tekerleklerimizin altında eriyip gitti. İşte taa orada Bandırma görünüyordu uzakta... Rampaların en tepesinden su olup aktık Bandırma düzlüklerine. Biraz soluklanmak isterdik otogarda. Ama mümkün değildi. Hemen kalkıyormuş otobüs. Özgürlüğün tüm dişlilerine kadar işlediği bisikletlerimizi içimiz kıyılarak hapsettik otobüsün zindan karanlığındaki bagajına... Kuvvet Ağabey'in gözleri az önce indiğimiz rüzgar santrallerinin sıralandığı tepelerde. Yüzünde mutlu bir gülümseme... Göz göze geldik. Bakışlarımızla teşekkür ettik birbirimize. Çok belliydi, birlikte yapacak daha pek çok rota vardı önümüzde. Bursa yolunda yeni rotaların hayallerine daldık...
Tur ekibi :
                            İbrahim KIZILKAYA / Bursa
                            Kuvvet LORDOĞLU / İstanbul-Kocaeli

Tarih :  21-22-23 Mayıs/2010


1. Gün :


Yalova-Çınarcık-Armutlu-Fıstıklı-Kapaklı-Narlı

83.4 km.
2. Gün :


Narlı-Karacaali-B.Kumla-K.Kumla-Manastır-Gemlik-Kumsaz-Kurşunlu-Altıntaş-Güzelyalı-Mudanya-Trilye-Eşkel-Eğerce

85.7 km.
3. Gün :


Eğerce-Ayazma-Ballıkaya-Hayırlar-Akçasusurluk-Ekmekçi-Bayramdere-Yeniköy-Malkara-Kurşunlu-Yenice-Bandırma

98.6 km
Toplam :

267.7 km

  
Yazı: İbrahim KIZILKAYA
Fotoğraflar: İbrahim KIZILKAYA - Kuvvet LORDOĞLU

1 yorum: